Eski Sevgililer Oteli
Kim bilir kaç kez kırıldın, yanıldın, kaybettin… Kim bilir kaç kez düştün, kalktın, yeniden başladın… Sürdürmeyi sürdürdün… Seni anlamayan, duymayan ve görmeyenler arasındayken; arzuların, düşlerin ve sevdiklerinle kendin için nereye gidiyorsun?
Geceler boyu canını yakan, ruhunun karanlık dehlizlerinde uğuldayan intikam ateşini avuçlarına alıp, “Geçmişin izlerini ve geleceğin korkularını silmeden gidebileceğim bir yer yoktu” dediği an, insanlığın hikâyesini değiştirecek macerası başlıyor kahramanın. Işığın karanlıkla savaşından yaralarını sararak çıkmış, küllerinden doğmuş bir kadının neler yapabileceğini ve ne kadar ileriye gidebileceğini tüm yaşanmışlıklarıyla ortaya koyuyor kahraman…
İnsanız Ayıbı Yok
Hepimiz hata yapıyoruz, her birimizin eksikleri var, zaman zaman hepimiz kayboluyoruz. Ancak insan olmak, yaşamak bu demek değil mi? Bırak artık kendini suçlamayı, geçmişi kurcalamayı, bugüne duvarlar örmeyi ve cesaretle aç yüreğini. Sen zaten olduğu gibi değerli olan, yüreğindekileri yaşamayı hak edensin.
Kimse kimseyi aldatmaz, insan sadece kendini aldatır. Yalanı en kolay kendine söyler, inanır kendi yalanına. Ardından ruhu parçalanır. Huzursuz anlar, mutlu olamama sancısı, özgürlük arayışı… Hayallerine giden yol, her şeyden önce kendinle barışarak, ayağa kalkmanla başlayacak…
Siyah Gözyaşı
Başını kuma gömüp yaklaşan fırtınayı görmezden gelerek yok olmak ya da ayağa kalkıp gerçeğin peşinde ilerleyerek var olmak arasında seçim yapacak olan sensin. Bugünün dünyasında, yaşadıklarının gölgesinde nereye gidiyorsun?
İnsanı, dünyayı yok sayarak insanlığı kaosa sürükleyen sistemin yöneticisi Mayer…
İnsanlığa bir çıkış yolu yaratmak için kendinden vazgeçen Hermes…
Sistemin yaşattıklarıyla bir tetikçiye dönüşen İris…
Ailesinin eleştirilerine kulak asmayıp bilgisayar başında kurulu düzeni sarsan liseli Mert…
Kadını yok sayan bir toplumda tüm yüreğini ailesine açan Demet…
Olanaksız bir aşkın enkazıyla geleceğinden vazgeçen Ayşe…
Geçirdiği ölümcül sınavların ardından karanlığa ışık olan Selim…
Dünyayı kadınların değiştireceğinin sembolüne dönüşen Zümrüt…
Yaradan’ın yarattığını kabullenmeyen şeytan…
Şeytanın bilinmeyen oğlu Lucifer…
Her şeyin kaynağı Yaradan…
Gitme Zamanı
“Gök ile yer arasında köprü kuran asa misali, Bâtın ile Zâhir arasında gidip geliyor insan…”
“Hazır mısın?”
“Hiçbir zaman hiçbir şeye hazır olmadım.”
“Korkuyor musun?”
“Korkmadığım anım da olmadı.”
“Neden buradasın?”
“Nerede olduğumu hiç bilmedim. Belki de olabileceğim başka bir yer yoktu.”
“Başlayalım mı?”
“Her başlangıç bir son… Yeni bir sona başlayalım.”…
Gerçekten Yaşıyor musun?
Bugüne kadar herkes sana bir şeyler anlatmaya çalıştı. Ailen, öğretmenlerin, toplum, gazeteler, kitaplar… Sana nasıl yaşaman gerektiğini anlattılar, ne yapman gerektiğini ve kim olduğunu. Sen fazla bir şey istemedin aslında… Mutlu, başarılı olmak, sevmek, sevilmek, hayallerini yaşamak, kendini değerli hissetmek… Yaşadıklarınla, zamanla, ruhun, zihnin karıştı. Artık sana anlatılanlara da ruhun doydu.
Ben de çok sıkıldım. Mutluluk için, başarı için, kendim olmak için bana sürekli vaatlerde bulunan kitaplardan, seminerlerden, kurallardan, öğretilerden…
Yıllarca yol aldım, oradan oraya sürüklendim… Sonunda cümleleri topladım. Ve elinde tuttuğun sayfalara taşıdım.
İnsanlara karıştım, gözlerine baktım, yüreklerinde yer buldum. Sorum aynıydı, “Gerçekten yaşıyor musun? Yoksa sadece nefes mi alıyorsun?” …
Bin Yüz Bir İnsan
Birkaç kitabın arkasını çevirip bakıyorsun ve yine kendini arıyorsun. Yaşamında yapmak isteyip de yapmadığın ya da yapamadığın ne kadar çok şey var. Oysa istemediğin birçok şeyi yaşadın ve yaşamaya devam ediyorsun. Peki ya sen kimsin? Gerçekten ne istiyorsun?
Seni tanıyorum. Kırgınlıklarını, hayal kırıklıklarını, hayallerini, yaşadıklarını ve yaşayacaklarını biliyorum. Çünkü elinde tuttuğun bu kitabı sen yazdın.
Her gün onlarca role girerken, kendi kuklalarımızı yaratıyoruz. Kendimizden yarattığımız, günlük hayatta oynattığımız onlarca kukla. Her rolün bir kuklası var.
Bir insanın, bin farklı yansıması…
Bir bedende kaç kişisin?
Bu kez benim yaşadıklarımda seni anlattım.
Seni, bugüne kadar yaşamadığın bir yolculuğa davet ediyorum.
Bittiğinde dünya bambaşka olacak.
Bu sefer kendin için bir şey yap. Hiç değilse bir kez bu kadar düşünme…
Eğer istersen benimle gel.
Bir Nefes İstanbul
Bu kez seninle İstanbul’u ve İstanbul’daki seni, beni yaşıyoruz. Yolculuğumuzun tanıkları var bu defa. İstanbullular ve İstanbul’da yaşayanlar… Zengini, yoksulu, Kürdü, Alevisi, muhafazakârı marjinali, Ermenisi, Rumu, Musevisi… Onlarca renk, onlarca doku… Bu satırlar, bazılarının ütopya dediğinin küçük bir yansımasının, umudunun romanını yaratıyor. Birarada yaşayabilmenin hikâyesini…
İstanbul’un sokaklarına karışırken senin, benim, yaşamlarımızın, aşklarımızın, içimizde kalanların, hayallerimizin, korkularımızın, umutlarımızın, yalnızlığımızın, hayat koşuşturmamızın, yeni binyılın insanlarının gel-gitlerinin arasında dolaşıyoruz. İstanbul, Türkiye, dünya, “sen”sin, “ben”im, “biz”iz… İnandığım tek gerçek bu…
Sen ve Ben
Eğer kalabalıktaysan ama yalnızsan, herkese çok yakınsan ama bir o kadar da uzak, gülümsüyorsan içinde derin, buruk bir boşluk varken. Yapacak çok şeyin varsa fakat hepsini yapacak kadar vaktin olmadığını düşündüğünden her şeyi yarım bırakıyorsan… Ben de senin gibiyim, belki de seninle duruyorum, yanında ya da yanında hissedeceğin bir yerde. Şimdi sana beni anlatacağım ya da bendeki seni. Şimdi ben buradayım. İki elinin arasında tuttuğun kitapta değil, kafandayım, orada yarattığında… O her nasılsa ve ne yapıyorsa ben oradayım. Bu bir tesadüf değil, anlayacaksın. Benden alabileceklerini, sonrasında aldıklarını sadece sen bileceksin. Bu bir başlangıç… Yüreğinin sesini duyuyorum, arayışını biliyorum. Bedenimi, ruhumu sonuna kadar açtım. Ruhum benim liderim. Yaşamın hesap defterini kapatıp, izlemek yerine yaşamaya başladığın an neleri hissedeceğini hissetmek, benim varoluşumun ta kendisi… Gel hadi anlatacağım, sonra da gideceğim.
Çırılçıplak Aşk
Seni de, beni de fena kandırdılar. Aşk diye bize anlattıkları, hayallerini kurdurdukları gerçek aşk değildi. İnsanın insana duyduğu aşk, “yasak elma”nın ta kendisiydi… Önce kadın ısırdı elmayı, sonra erkek ve her şey bu andan sonra şekillendi.
Savaşların, paranın hükümdarlığında, korku imparatorluklarında, aşk en çok korkulandı ve bir o kadar da çarpıtılmaya çalışılan… Aşk ağza sakız edildi, bazen içi boşaltıldı, bazen günah dendi, bazen ağdalı sözcüklere sebep oldu. Üstüne perdeler indi, bulutlar örttü ışığı… İnsanlık yok olurken, aşkı da kirletti…